You are currently viewing Liderlik Paylaştıkça Anlam Kazanır

Liderlik Paylaştıkça Anlam Kazanır

Liderlik Paylaştıkça Anlam Kazanır

Bisiklet dünyasının yakından tanıdığı isimlerden Mathieu Van Der Poel, geçtiğimiz günlerde profesyonel bisikletçilerin sıkça karşılaştığı kilo kontrolüyle ilgili dikkat çekici bir açıklama yaptı. Van der Poel açıklamasında, kariyeri boyunca kilo sorununu kafasına takmadığını belirterek, bunu tamamen genetik mirasa borçlu olduğunu ifade etti.

Bu açıklama beni liderlik üzerine düşündürdü. Çünkü liderlik de kimi zaman doğuştan gelen bazı özelliklerle ilişkilendirilir. Evet, bazı insanlar daha kolay yönetir, karar alır, yol gösterir. Ama bu, diğerlerinin hiç liderlik edemeyeceği anlamına gelmez.

Ne var ki, iş dünyasında halen farklı bir beklenti baskın. Geleneksel yaklaşım, liderliği öne çıkan, yolu belirleyen, vizyon koyan ve tüm sorumluluğu üstlenen yetkinlikler üzerinden tanımlıyor. Oysa bugün iş dünyasının ihtiyacı, bu tanımı yeniden değerlendirmek ve günümüz ihtiyaçlarına göre dönüştürmek. Liderlik, paylaşıldığında gerçek anlamını buluyor. Liderliği, yalnızca kişilerin sırtına yüklemek yerine, ekip içinde dağıtmak ve birlikte taşımak, geleceğin iş dünyasında çok daha sürdürülebilir sonuçlar doğurabilir.

Van der Poel, Peter Sagan ve Tadej Pogacar gibi güçlü ve farklı özellikleri olan bisikletçileri düşünün. Üçü de yalnızca fiziksel yetenekleriyle değil, takım çalışmasına olan bağlılıkları ve paylaştıkları liderlikle ön plana çıkıyor. Hepsinin genetik avantajları, güçlü yönleri var ama profesyonel bir bisiklet yarışını kazanmak, sadece onların bireysel performanslarıyla olmuyor. Bisiklette olduğu gibi iş hayatında da liderlik artık “ben” odaklı değil, “biz” odaklı bir kavram haline geliyor. Peloton liderliği yaklaşımının temelinde de bu var: Liderlik, ekip içinde paylaşıldığında anlam kazanıyor, herkesin katkısıyla büyüyor ve farklı bakış açılarıyla zenginleşiyor.

Van der Poel’in kilo avantajı ona doğal bir üstünlük sağlıyor olabilir ancak o, bununla yetinip konfor alanına çekilmiyor. Tıpkı Sagan ve Pogacar gibi yarışın farklı etaplarında – ister yokuşlarda ister düzlüklerde – varlık gösterebilmek için kendisini sürekli geliştiriyor. Böylece, sadece kendi performansını değil, takımının da gücünü artırıyor. Bu üç bisikletçi ve benzer özelliklere sahip birçok sporcu, bireysel başarıların ötesine geçip takım arkadaşlarını da daha ileriye taşımayı amaçlıyor.

İş dünyasında da benzer bir yaklaşım mümkün. Herkesin aynı şekilde lider olmasını beklemek yerine, ekip içerisindeki farklı yetenekleri ve güçlü yanları kabul etmek; insanları liderlik sorumluluğunu paylaşmaya ve gönüllü olarak katkı sunmaya teşvik etmek, daha sürdürülebilir ve etkili sonuçlar getiriyor.

Bugünün hızlı ve belirsiz iş dünyasında, geleneksel liderlik modelleri üzerinden liderlik gelişimi programlarına odaklanmanın sürdürülebilir olacağını düşünmüyorum. Hizmetkar, vizyoner, stratejik, otantik ya da koçvari liderlik modelleri herkes için uygun olmayabilir. Ancak liderliği paylaşmaya gönüllü bir ekip yaratıldığında, herkes kendi katkısı kadar liderlik alanı bulduğunda, işte o zaman işler değişiyor. Gerçek güç burada başlıyor.

İş hayatında dijitalleşme, Z kuşağının çalışma hayatından beklentileri, dünyada artan belirsizlikler gelecekteki organizasyonları kolektif akla ve ekip ruhuna ihtiyaç duyacak hale getirecek. Bireylerin kahramanlaştırıldığı değil, ekiplerin yıldızlaştığı yeni başarı tanımına ulaşmak, liderliğin ekip içinde dönüşümlü olarak paylaşıldığı ortamlarda mümkün olacak. Bir kişi yorulduğunda unvanların değil, işlerin sorumlulukları yerine getirilecek, bir öne çıktığında diğerleri destekleyecek.

Peloton liderliği tam da bunu anlatıyor: Bir organizasyonda herkesin aynı anda lider olması gerekmiyor ancak herkesin gelişime ve yönetime katkı sunabileceği alanlar yaratmak gerekli hale geliyor. Bunu başarabilen ekipler uzun vadede fark yaratacak. Çünkü, paylaşılan liderlik, organizasyonu daha çevik, daha kapsayıcı ve daha güçlü hale getirecek.

Artık biliyoruz ki liderlik, yalnızca klasik gelişim araçlarıyla geliştirilebilecek bir sorumluluk değil. Organizasyon içerisinde belirli kişilere liderlik özellikleri kazandırmak yerine ekip olma bilincine odaklanmak daha doğru bir yol. Önde kim varsa destek olan, yeri geldiğinde liderliği devralan ama her zaman ekibin bütününe odaklanan bir anlayış, iş dünyasında zamanla yerini alacak ve yaygınlaştıkça kalıcı izler bırakacak.

Bir yanıt yazın